E-mail adresiniz:
 Şifreniz: Beni Hatırla
TunçAY TunçAY
Tunç AY
Üye / üyeVIP Üye
Profil anasayfa Kimdir? Şiirleri Sesli şiirleri Yazıları Ne dediler? Blogları Fotoğrafları Edebiyatdefteri.com anasayfa »
 
 
 
Bloglara yaptığı yorumlar

TunçAY yazarının bloglara yaptığı tartışmalar


Blog başlığı ve ve yaptığı yorum
yol ve yolcu
seninle yaşarken seni severken yorulmak istiyorum bir nefes istiyorum senden,bir soluk derin derin nefes almak istiyorum... _____________________________________ her yolculuk, hayat kitabımızda yeni bir bölümü oluşturur..

...
Aşık olmak
aklından çıkmasını ısrarla istediğin halde gitmediği zaman mı aşıktır bir insan; onu düşünmekten büyük bir haz duyduğu zaman mı...

...
bayramdan evvel ismail olmak
bayram gelmeden ismail olmak... koç inmeden buna razı gelmek... ne derin...

...
YAĞMURA TEŞEKKÜR
Yağmur kadar güzel, kar kadar temiz, güneş kadar sıcacık, rüzgar kadar faydalı, ayaz kadar dinç ne vardır ki evrende...

...
İNSANİ DERİNLİK
"“Geçmiş yaşantınıza baktığınızda arkasında durur musunuz hayatınızın? Yeniden verilse mesela ömrünüz, sıfırdan başlasa yıllarınız; ne yapardınız, neleri değiştirirdiniz hayatınızda?”" ________________ Masamda asılıdır, her gördüğümde bana tekrar soruyor: - Hayatın bir film olsa, oturup izler miydin? ________________ "İnsani derinlik; sıradan olmayı aşmaktır. Gönlümüzde ötekilere de yer açmaktır. İç zenginliğimizi hayat alanına daha çok yansıtmaktır. İnsanlara bir katma değer üretmektir. Hızlı değişim ve dönüşümün ezdiği kişiliklerin yeniden inşası ve inadına “insan” kalmanın bilincine varmaktır. " _________________________ Güzel bir kitaba benziyor, ilgilenilebilir...

...
Ferrarisini Satan Bilge
Hep bekleriz... Bir şeyleri kaybetmek, onun değerini bize hatırlatan çoğu zaman yegane olaydır. Ve bilemeyiz içerisinde bulunduğumuz haletin bizim için ne kadar büyük bir lütuf olduğunu. Hayretle bakarız, gözlerimiz sonuna kadar açık, büyük işler yapan insanların hallerine. "Vaay be!" deriz, adam Ferrarisini satıp uzak Doğu'ya gitmiş, keşişlerden biri olmuş, hayatın çilesinden zevk almaya başlamış. Ferrarini satmak ya da büyük bir fedakarlıkta bulunmak mesele değil, mesele, fakirken dahi, mazlumken dahi, göz ardı edilmişken dahi kişisel kaliteyi yani ruh yüceliğine ulaşmaya gayret edebilmektir. Ferrarisini satan bilge olayındaki insanları şaşırtan şey bir kişinin Batı'dan Uzak Doğu'ya "turuncular içindeki adamlar"dan biri olmak üzere gitmesi mi, ve buna duyulan hayranlık mı; yoksa dünyevi parasal değeri yüksek olan Ferrari gibi bir aracın bu uğurda satılması ve buna iç geçirmek mi...?? ?? ? Amacım sorgulatmak, sorgulamak, vurgu hangisinde...

...
ulus devlet
" . . . . Mustafa Erdoğan - Cemaat, Cemiyet Ve Ulus-Devlet PDF Yazdır e-Posta Mustafa Erdoğan Salı, 29 Eylül 2009 11:10 Türkiye’de onyıllar boyunca, sadece devletçi-milliyetçiler tarafından değil, fakat aynı zamanda solcular ve hatta nominal liberaller tarafından da toplumsal-siyasal örgütlenmenin doğal -hatta ideal- modeli olarak algılana gelmiş olan “ulus-devlet” son yıllarda bir ölçüde tartışılmaya başladı. Bunda şüphesiz Kürt sorununun yakıcı etkilerinin gitgide daha fazla hissedilmesinin tahrik ettiği “Türk ulusalcılığı”nın yükselişi baş rolü oynamıştır. Öyle veya böyle, ulus-devletin artık ülkemizde de tartışılıyor olması sevindirici bir gelişmedir. Her cenahtan milliyetçileri rahatsız etse de, bu gelişme aslında Türkiye’nin entelektüel ikliminin normalleşmeye başladığının işaretidir. Özellikle son yıllarda ben de hem genel olarak modern devleti hem de onun günümüzdeki hakim biçimi olan “ulus-devlet”i eleştiren, devletçi teolojiyi sarsmaya çalışan epeyce yazı yazdım. Bunların çoğu gazete yazısı şeklinde ortaya çıktığı için, kimileri bunları sırf spekülasyon -vaktiyle Bentham’ın insan hakları için demiş olduğu gibi, “masa başı saçmalıkları”- sandı. Böyle sananların “okur-yazar” olanları bile hem bu konudaki yeni literatürden pek haberdar olmadıkları hem de yarım asır öncesinin gözde teması ilerlemeci ve modernleşme literatürüne veya eski moda milliyetçilik literatürüne hapsoldukları için, bu meselede yazıp söylediklerinin “ulus-devlet”in gerçek niteliğiyle pek ilgisi bulunmuyor. Ben bu yazıda ulus-devletin hür ve medeni bir toplum tasavvuruyla bağdaşmayan bazı karakteristiklerini, ilgili literatürün de yardımıyla gündeme getirmek istiyorum. Ulus-devletçi paradigma çoğu insanın zihnini tutsak etmiş olduğu için, bu işi yer yer “titreyip kendimize gelme”mize yardım edecek şekilde sarsıcı bir terminolojiyle yapmaya çalışacağım. Bu konuda dikkatlere sunmak istediğim noktalar için bir hazırlık olmak üzere 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başlarında eser vermiş olan iki farklı düşünürün, sırasıyla Ferdinand Tönnies’in (1855-1936) ve Henry Maine’in (1822-1888) temel kavramsal kategorilerini hatırlatmak istiyorum. Ferdinand Tönnies “gemeinschaft” (cemaat) ve “gesellschaft” (cemiyet/toplum) olarak adlandırdığı iki farklı toplumsal grup tipi arasında bir ayrım yapmıştı. Ona göre, “cemaat” bireyselliklerini aşmış olan insanların ortak inanç ve değerler etrafında bütünleşmiş olduğu durumu, “cemiyet” ise bireyselliklerin ön planda olduğu ama ortak çıkarlar bilincinin bir arada tuttuğu daha gevşek grubu ifade ediyordu. İlki, aile örneğinde olduğu gibi, “birincil” ilişki ve bağlara dayanan grupları, ikincisi ise formel-hukuki ilişkilere dayanan bir ortak varoluşu yansıtmaktadır. Keza birincisinde grup içi dayanışma, ikincisinde ise farklılaşma baskındır .1 Cemaat ile cemiyet arasındaki bu ayrım bana, daha önce başka vesilelerle atıfta bulunduğum2 Michael Oakeshott’ın (1991-1990) benzer bir tasnifini hatırlatıyor. On Human Conduct adlı klasik eserinde Oakeshott devleti ortak bir amaç etrafında örgütlenmiş bir “işletme organizasyonu” (enterprise association) gibi gören anlayışla, genel kurallar çerçevesinde yurttaşları kendi uygun gördükleri amaçları izlemede serbest bırakan “sivil birlik” (civil association) olarak devlet arasında bir ayrım yapmış ve medeni bir varoluş için uygun olanın ikincisi olduğunu ileri sürmüştü .3 Genel olarak muhafazakâr bir düşünür olarak tanınan Oakeshott’u kimi yazarların “liberal” olarak tanımlamalarının arkasında yatan temel düşünce de bununla ilgilidir. Tönnies’in anlatımı zımnen toplumsal “ilerleme”nin cemaatten cemiyete doğru olduğunu ve dolayısıyla modernliği karakterize edenin “cemiyet” olduğunu ima etmektedir. Henry Main’e gelince, hukuk tahsil edenler onu da meşhur “statüden sözleşmeye” teziyle hatırlayacaklardır. Evrimci bir hukuk anlayışı içinde Maine’in bu kavramsal karşıtlıkla anlatmak istediği, toplumsal ve hukuki gelişmenin bireylerin toplumsal ve hukuki konumlarının önceden belli edilmiş statülerle belirlendiği bir durumdan, özerk bireylerin aralarındaki ilişkileri özgürce sözleşmelerle belirlediği bir duruma doğru gerçekleştiğiydi .4 Böylece geleneksel toplumdan modern topluma geçiş aslında özgürleşme ve ilerlemeyi temsil etmiş oluyordu. Şimdi ben her iki görüşte de haklılık payı bulunduğunu inkâr edecek değilim. Elbette, tanımlandığı şekliyle cemaatçi yapının yerini cemiyete bırakması da, statünün yerini sözleşmelerin alması da “insanlık durumu” açısından tercihe şayandır. Ama mesele şu ki, modernliğin siyasi boyutunu oluşturan ulus-devletin gerçekten de bu dönüşümleri temsil ettiği şüphelidir. Ben daha da ileri giderek şunu söyleyeceğim: Modern ulus-devlet, modernleşmeci görüşün varsaydığının aksine, “cemaat”ten “cemiyet”e dönüşmüş bir siyasi tasavvuru temsil etmekten çok, “cemiyet”i, adına “ulus” dediği bir “cemaat”e dönüştürmeye, başka bir anlatımla, tek tek cemaatleri kaldırıp bütün bir toplumu cemaatleştirmeye çalışan devlettir. Chandran Kukathas’ın5 terminolojisinden yararlanarak ifade etmek istersek, ulus-devlet siyasi bir birlik (association) olmanın ötesine geçip siyasi bir cemaat (community) haline gelmeye çalışan devlettir. Gerçekten de modern devlet egemenliği altında bulundurduğu halk veya halkları, ortak bir ulusallık bilincine dayanan duygusal bir cemaate dönüştürmeyi önemli ölçüde başarmış bulunmaktadır. Bu da esas olarak, devletin topluma nüfuz edebildiği ve toplumu aracısız olarak doğrudan doğruya yönetip yönlendirebildiği6 bir zeminde, onun gösterdiği “tek tip dil, eğitim sistemi, kültürel uygulamalar ve bağlılıklar dayatma yolunda emsali görülmemiş bir çaba” sayesinde mümkün olmuştur. Bu çabayı göstermeye de mecburdu, çünkü ulus-devlet aslında toplumsal bir gerçeğe tekabül etmiyor, esasında o devlet elitleri ile devlet yanaşması aydınların ortak bir programı veya projesidir .7 Öte yandan, Maine’in teziyle de ilişkilendirerek söylersek, ulus-devlet kendi içindeki mikro statüleri geçersizleştirirken, kendisi bütün bir toplumu şartları değiştirilemez bir “ulus” statüsüne hapsetmiştir. Michael Mann’in ifade ettiği gibi8 , modern devlet bu anlamda halkın veya halkların “kafes”i olarak görülebilir. Artık insanların kaderini tek tek statüler değil, tek bir büyük, kuşatıcı statü, yani ulus-devlet statüsü belirliyor. O kadar ki, Ortaçağda bile gruplar veya toplumların gidebilecekleri iyi-kötü seçenekleri vardı, oysa modern toplumlar -“içsel olarak pasifleştirilme”lerinin9 de katkısıyla- kendi devletlerinden kaçabilecek durumda değildirler. Dünyamızın ulus-devletler tarafından parsellenmiş olduğu düşünülürse, kendi devletlerinden kaçabilseler bile gidebilecekleri sahici bir sığınak yoktur. Onun içindir ki, günümüz toplumlarının gerçek özgürlüğü bu kuşatılmışlıktan kurtulma arayışının başarısında yatmaktadır. Ulus-devletin insanlık durumuyla en bağdaşmaz yönlerinden birine de Martin Van Creveld işaret ediyor: Fransız Devriminden başlayarak yükselen milliyetçilik devletle ulusun evlenmesini ve böylece devletin ahlâki bir içerik kazanarak kendi başına bir “amaç” haline gelmesini sağlamıştır. Kısaca ulus-devlet devletin Tanrılaştığı bir durumu temsil etmektedir10 . Bu tanrının bildik Tanrı’dan pek de farkı yoktur; o kadar ki, onun uğruna ölmek “Tanrı’nın yolunda” ölmek gibidir. Nitekim ulus-devletlerin dünyasında “kendi” devleti için ölenler “şehit” sayılmaktadırlar. Bana öyle geliyor ki, modern devletin en iyi tanımlarından birini, onu “koruma şantajıyla haraç toplayan suç örgütü”ne benzetmesiyle, bu konunun üstadı olan Charles Tilly yapmıştır. Ona göre, dış savaş tehditlerini genellikle hükümetlerin kendileri kurgular veya uydururlar ve yurttaşların geçimine yönelik en büyük tehdit de hükümetlerin baskıcı ve el koymacı faaliyetlerinden kaynaklanır. Onun içindir ki, çoğu hükümet şantajcılarla esas olarak aynı şekilde işler. Şiddet araçlarını tekeline alması ise hükümetin koruma sağlama iddiasını hem daha inanılır hale getirmekte hem de ona direnilmesini zorlaştırmaktadır . Ulus-devletin “günahlar” hanesi elbette bunlardan ibaret değildir. Bu konuda daha tam bir fikir edinmek isteyen Türk(çe) okurlara ayrıca Nuri Yurdusev’in geçenlerde Zaman gazetesinde yayımlanan iki makalesini de hararetle salık veririm. 1 Bu konuda bkz. Julien Freund, “Max Weber Zamanında Alman Sosyolojisi”, Çev. Kubilay Tuncer, Tom Bottomore & Robert Nisbet (ed.), Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi, Türkçe baskıyı yayına hazırlayanlar Mete Tunçay & Aydın Uğur (Ankara: Ayraç, 2002), ss. 160-164. 2 Örnek olarak bkz. “Anayasal Vatandaşlık Arayışı”, Demokrasi Lâiklik Resmi İdeoloji (Ankara: Liberte, 2. b., 2000), s. 99 (ilk yayımı 1994). 3 Michael Oakeshott, On Human Conduct (London: Oxford University Pres, 1975). Bu arada belirtmek gerekir ki, Oakeshott’ın sivil birliği ile F. A. Hayek’in “kendiliğinden düzen”, “kozmos” ve “catallaxy” kavramları arasındaki benzerlik dikkat çekicidir. Bu kavramlar hakkında bkz. Atilla Yayla, Özgürlük Yolu: Hayek’in Sosyal Teorisi (Ankara: Turhan, 1992). 4 J. M. Kelly, A Short History of Western Legal Theory, (Oxford: Clarendon Pres, 1992), ss. 325-328. Chandran Kukathas, “A Definition of the State”, University of Wisconsin/Madison’da 29 Mart 2008’de yapılan 5 “Dominations and Powers: The Nature of the State” konferansına sunulan tebliğ. 6 Christopher W. Morris, An Essay On the Modern State (Cambridge University Pres, 1998), s. 38. 7 Charles Tilly, Avrupa’da Devrimler: 1492-1992, Çev. Özden Arıkan (İstanbul: Literatür, 2005), s. 44. 8 Michael Mann, The Sources of Social Power, V. II: The Rise of Classes and Nation-States, 1760-1914, (Cambridge University Pres, 1993), ss. 250-252. 9 Anthony Giddens, The Nation-State and Violence: Volume Two of A Contemporary Critique of Historical Materialism (Berkeley and Los Angeles: University of California Pres, 1985), Chapter 7. 10 Martin Van Creveld, The Rise and Decline of the State (Cambridge University Press, 1999), ss. 190-205, 259. . . . . "

...
ulus devlet
özellikle amerikaya demokrasi dersi veremeyeceğimiz çok açık bence. Türkiye 2002'deki anayasa değişiklikleriyle ve sonrasında günümüze dek yaşanan gelişmelerle birazcık demokrasi görmüştür. bunun öncesinde türkiye cumhuriyeti tarihinde "GERÇEK bir demokrasi örneği yoktur. bu çok cesurca bir cümle ve ben bunu kendime güvenerek söylüyorum. neyse, bu konu çok su götürür, yazarın sayfasını kirletmiş gibi olmayayım ama şunu da açıkça belirtmek ihtiyacında hissesiyorum: TABİ Kİ DAĞDAKİ PKK'LI DA ÖLMESİN. hiç bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ölmesin. bunun yerine onların dağa çıkması önlensin,bilinçlendirilsin, hukuk devletinin gerekleriyle BAĞLI oldukları bildirilsin. yani, terörist olmaktan çok, yani başkaları tarafından kandırılmalarındansa yurttaşlık bilinci verilsin, normalleştirilsinler. yanlış anlaşılmayayım, kandırılıp türkiye cumhuriyetinin askerleri karşısında onlara kurşu sıkan terörüstler ölmeyi hak etmişlerdir. ancak, diri yakalanmaları evladır. yani, çıkmasınlar dağa, onlar da ölmesin, en nihayetinde onların da anneleri-nice sevenleri var, ve bu kişilerin terör örgütüyle bir çoğunun bağlantısı yok. ZATEN, bildiğime göre(kaynağım yok) "teröre kurban verdiğimiz" 35 bin gencecik insanımızın 25 binden fazlası da terörist çapulcu taraftadır. ya onların da ülke vatandaşı oldukjlarını kabul edelim, ya da sayıları doğru kullanalım. YA DA, türkiyede terörizmin türemesinin nedenlerinden olan ERGENEKON yapılanmasını çökertilmesine saygı duymalıyız. YADA, EKONOMİK açıdan güçlü bir devlet olarak başka devletlerin istihbarat servislerinin pkk yı desteklemesi ve yönlendirmesine engel olmalıyız. velhasıl, işin derinlerinde bu devletlerin uluslararası bir satranç oyunudur. özellikle bu oyuna kürt halkı gelmemelidir. sonuç olarak, WHO'nun işaretlerini yasaklayan zihniyet bir PARANOYA2dan başka bir şey değildir. saygılarımla...

...
ulus devlet
milliyetçilik doğal olarak Fransız Devriminden sonra pat diye ortaya çıkmış bir kavram değil. yalnız o olaydan sonra, hız kazanmış ve devletlerin sınırlarını milliyetlerle çizmeye kadar gitmiştir. bildiğim kadarıyla eski türklerde milliyetçilik pekala en öndeydi. tüm dünyada olduğu gibi. ancak bunun nedenlerinin -kabile yaşamı -akraba toplum yapısı(yani doğal olarak birbirleriyle akraba olan boylar vs. düşünüldüğünde çok kozmopolit bir yapı göremeyeceğiz. -diğer milletlerle iletişimin eksikliği. -doğaya ve diğer ırklara karşı (diğer ırkları tanımadıklarından, kendilerine benzemeyenlerden-görünüş olarak-korktukları ndan dolayı) korunma ihtiyacı olduğunu diyebiliriz belki. daha sonra 3 büyük dinle birlikte dinsel anlayışların devlet yönetimlerine de yansımasından dolayı (Özellikle Osmanlı ve Bizans-Roma İmparatorluğu-) büyük kabile devletleri, ya da -o zaman için kavramsal olarak kullanılıp kullanılmadığından emin olmamakla beraber- ulus devletler daha çok kültürkü olmaya başladı.yani dinler, küreselleşmeyle paralel bir yapıdadır(özellikle hıristiyanlık ve islamiyet). dahası şöyle büyük bir ayrımdan bahsetmek istiyorum. tarihi kendi içerisinde yaşandığı zamana göre yorumlamak açısından: -eskiden devletler halkların eğildi. halk ekiden teba, avam(commons) vs. idi. halkın can güvenliğini koruduğun için vergi toplanırdı. ---YANİ DEVLETLER VE DEVLETİN TÜM TOPRAKLARI ZATEN PADİŞAH/KRAL/ŞAH'ın MALIYDI. ----de em o ki, halka siz nasıl isterdiniz, ya da benim azınlıklarım nasıl düşünür acaba diye kaygıları zaten bulunmamaktaydı. 17. yüzyılda aydınlanma ile birlikte, ve (özellikle daha öncesinden ingiltereden başlayarak) devlet yönetimlerine halkın da katılması fikri doğdu. sonrasında demokrasi ve cumhuriyet, kuvvetler ayrımı vs. özetlemek gerekirse, hıristiyanlık ve islamiyet öncesi türk toplulukları ya da devletlerinde milliyete dayanan bir devlet dışında bunun tersi olan liberal-çokkültürlü-sosyal devletlerden bahsetmek zaten mümkün değildi. sonuç olarak, günümüzde iletişimin ve haberleşmenin daha rahat kontrol edilebilindiği, uluşılabilir ve kullanılabilir olduğu bir dönemde, BİREYSEL insan hakları ve özgürlükleri kavramlarına daha çok önem verilmeli, bunlar anayasaların temeline yerleştirilmelidir. tükiye açısından da, demokratik açılım türü dünyaya ayak uydurma çabaları bireysel özgürlükleri geliştirdiği için desteklenmeli. (PKK türü şiddet ve ölüm odakllı organizasyonlara tabi ki taviz verilemez bu konuda.) saygılarımla.

...
şiir
Hayat işte_________, Kim demiş Bilmece__! Ansızın bir gece___, Elveda herkese_____! Sadece_____________, Uyanmak____________... Ve_________________, Korkmuş bulmak_____... Kendini____________! Hayat işte_________, Bu gidişte_________, Ani olacak sonumuz_, Hani_______________, Akbabalar yemez belki____, Ama yok olacağız bil ki__... Yok, olacağız bil ki_____! Yok olmak yok____________! Yok öyle yağma___________! Ama______________________, Gider belki bedenler_____, Lavanta kokulu tenler____, Sürmeli gözler___________, Közlü nefesler___________... Geniş omuzlar____________, Kaslı vücutlar___________, Cümle mevcutlar__________... Dev cetler gitmiş________, Sen mi kalacaksın________! Pardon, dünyayı mı alacaktın__! Sana kalan ruhtur_____________, O da sana küstür______________. Bir köşe başında______________, Unutulmuş ve atıl_____________, Beş kuruşa satıl______________. Şimdi mi geldi aklına_________? Saklıydı hani_________________, Derinlerde bir yerlerde_______. Uğraşma_______________________! Rahat bırak dünyayı___________, Hayır, kucaklayamazsın________! Ne çare_______________________, İşte__________________________, Görünüyor ufuk bak____________, Toprak kokusu bu______________, Toprak________________________...

...
şiir
bir değişiklik: Hayat işte, Kim demiş Bilmece! Ansızın bir gece, Elveda herkese!

...
Baba Yaklaşımı
yoksa bu gerçekten bir parçanıza mı yazıldı?? bunu yazan bir baba mı?

...
YALNIZ OLAN YALNIZLIKTIR
ben esasında yalnız kalmaktan, ve yalnızlıkta çekilen acıdan zevk duyduğumuzu söylemek istemiştim. siz biraz daha farklı bir yerden yaklaşmışını kavrama. ____________________________ "ruhlardaki anlamsız kalabalıklardan" yani sadelik ve neye ihtiyacınız varsa o... eskiler mezar taşlarında yazanları dahi okumazlarmış gereksiz diye, beyinlerinin temizliğine bu derece önem verirlermiş... ______________________________________ siz "ruhlardaki anlamsız kalabalıklardan" demişsiniz... çok tatlı bir bütün olmuş. soyutlanmış ve duru...söylerken hep geniş sesliler var, ve yumuşaktır benim için o,u... _____________________________________ hayatta her şey karşıtıyla bilinir, doğru. ben daha değişik bir adlandırma yapayım, hayatta her şey karşıtı var olduğu için vardır. siyahın farkedilmesinde beyaz renginin önemi var tabi, çok büyük bir önemi var tabi ki. ama onlar birbirleri sayesinde var sanki. iyi olmazsa ktü ortaya çıkmazdı. demem o ki, her şey iki kutuplu: bencillik:fedakarlık sosyalizm:liberalizm toplumsallık:bireysellik(edebiyat için) realizm:hayal... ya da ben böyle hissediyorum, kutuplarda yaşıyorum. araad vardır bir şeyler, ama onlar da bu kutupların oluşum sürecinde ortaya çıktı belki de. ________________________________ "Ben kendi varlığımın değerini çoğu kez yalnızlıklarımın sayesinde kavrayan birisi olarak öte yandan diyorum ki : Hayat sade bir gül bahçesi olsaydı bile gülü gül kılan dikenleri değil midir? Oysa her ödülün muhakkak bir bedeli vardır." kesinlikle... yani, her şeyin kıymetini keşke her zaman anlayabilsek...bununla ilgili bir yazı yazmıştım: "Mutluluğun Formülü":) _____________________________ ve tabi en nihayetinde de, yalnız olamayız hiç bir zaman esasında...her zaman bizime olan, bizi dinleyen, bizi seven bir YARATICIMIZ var. cezalarımızın nedeni de şüphesiz bizim nankörlüğümüz, onun hiddeti değil. ünlü Cehennemin girişinden eli boş dönen Behlül'ün Harun Reşit'e anlattığı gibi... saygılar efendim... edebiyatla kalın. ____________________________________ şiirlerinizin yanında yazılarınızı görmek de bizi fevkalade mutlu ediyor...

...
 
Bu sayfada TunçAY  Tunç AY şairi hakkında, TunçAY  Tunç AY kimdir, TunçAY  Tunç AY şiirleri,TunçAY  Tunç AY hakkında bilgi ve TunçAY  Tunç AY isimli üyeye ait tüm bilgilere buradan ulaşabilirsiniz.